Aşkım Tan Yazdı: Dokunmayın Cumhuriyet’imize!

Aşkım Tan Yazdı: Dokunmayın Cumhuriyet’imize!

Tarih, Cumhuriyet’imizin mimarı Mustafa Kemal Atatürk’ü boşuna stratejik deha olarak adlandırmamıştır ve hepimiz Cumhuriyet’imizin değerini bilmek zorundayız.

Tarih, Cumhuriyet’imizin mimarı Mustafa Kemal Atatürk’ü boşuna stratejik deha olarak adlandırmamıştır ve hepimiz Cumhuriyet’imizin değerini bilmek zorundayız.

Bugün kim, hangi mevkide yerini almışsa, bunu Cumhuriyet’imize borçludur!
Günümüzde hâlâ Osmanlı'yı örnek alıp savunanlar, o dönemin Bakanlar Kurulu listesine bir bakıversinler, acaba Dışişleri Bakanlığında bir tek Türk görecekler midir?

Cumhuriyet’imizin kuruluşundan bu yana ülkemizde askerî müdahaleler, kimi zaman ordunun kurumsal olarak, kimi zaman ise bazı yüksek rütbeli subayların kendi başlarına inisiyatif alarak sivil yönetime el koyma girişimleri olarak vuku bulmuştur.
Bunlardan bazıları başarıya ulaşmış, bazıları ise yalnızca hükümete yapılan bir uyarı olmakla kalmıştır.
 
Bugün hiçbir şekilde anlamlandıramadığımız her bir girişimin ülkemizi ne denli yaraladığını hep birlikte hatırlayalım istedim bu yazımda.

  • 27 Mayıs 1960 gecesinde patlak veren müdahale 37 Subay tarafından planlanmıştı.
    Bu olay sonraları “Genç Subaylar İhtilali” olarak da anılacaktı.
    Harekâtta Anayasa ve TBMM feshedilerek bütün siyasi faaliyetler askıya alınmış oldu.
    Dönemin Cumhurbaşkanı Celâl Bayar ve Başbakan Adnan Menderes başta olmak üzere birçok Demokrat partili tutuklanmıştı.
    Orgeneral Cemal Gürsel hareketin başına geçmiş ve 1961 yılında yeni Anayasa kabul edilmişti.
    Yassıada'da yargılanan Adnan Menderes ve birçok siyasi idama mahkûm edilmiş, Celal Bayar yaşı sebebiyle müebbet hapis cezasına çarptırılmıştı.
    Bu süreçte, Türkiye Cumhuriyeti, senato gibi yeni siyasi kavramlarla tanıştı.

     
  • 22 Şubat Ayaklanması” olarak tarihe geçen olayda; 20 Şubat’ta Hükümet ve Genelkurmay, belirli Birlik Komutanları ile özellikle 27 Mayısçıların tasfiyesi için süratle atama ve gözaltına alma işlemleri başlatmıştı.
    Harp Okulu Komutanı Kurmay Albay Talat Aydemir de, o yıl Harp Okulu’nu bitirme döneminde bulunan 600 kadar Asteğmeni toplayarak son günlerde yaşanan olayları anlatarak ayaklanmayı başlatmıştı.
    Bunun üzerine Harp Okulu öğrencileri, Komutanlarını teslim etmeme kararı almışlardı.
    Talat Aydemir'in atamaların durdurulması yönündeki ısrarını İsmet İnönü kabul etmemiş ve Aydemir gözaltına alınmış, öğrenciler ise memleketlerine gönderilmişti.
    Bu ilk girişimdeki önemli anekdotlardan biri, İsmet Paşa’nın “kan dökmeden teslim olursanız, size söz veriyorum, hakkınızda yasal işlem yapılmayacaktır.” demesi ve Talat Aydemir ile şürekasını affederek “Darbe girişiminde çatışma olmamış ve kan dökülmemiştir. Bunu dikkate alan Hükümetimiz darbecilerin affedilmesine, yargı önüne çıkarılmamasına karar vermiştir.” ifadesini kullanarak kırılan kolu yen içinde bırakmış olmasıydı.
    Ancak Albay Talat Aydemir ile Binbaşı Fethi Gürcan, 15 ay sonra ikinci bir girişimde bulunarak, inandıkları darbeyi mahkemede de ısrarla savunmayı sürdürmüş, sonuçta idam edilmişlerdi.
  • 12 Mart 1971 Muhtırası ise Cumhuriyet tarihinde demokrasiye vurulan ikinci darbe olarak değerlendirilir.
    Bu muhtıra sonrasında Başbakan Süleyman Demirel istifa etmek zorunda bırakılmış, Türkiye temel hak ve özgürlüklere önemli kısıtlamalar getirilecek olan “ara rejim” dönemine girmiştir.
    Bu muhtıra sonrasında başlanan operasyonlarda birçok kişi gözaltına alınarak hapse atılmış ve çok sayıda kişi işkenceye maruz kalmıştı.

     
  • 1980 Askeri Darbesi Cumhuriyet tarihinin en acılı dönemi ve belki en kara lekesidir.
    Mermi kovanları içinde misket oynayan çocukların kurtuluşu gibi görünse de bugünün düşün(e)meyen ve düşünmeye çekinen bir toplumun ortaya çıkmasına, bu “Postallı” müdahale neden olmuştur.
    80 Darbesi”nin zeminini hazırlayan, kimilerine göre 1940’lı, kimilerine göre 1950’li yıllara dayanan, “kardeş kavgası” olarak da nitelendirilen sağ – sol çatışmaları olmuştur.
    Her gün ölüm haberleri gelirken, aileler çocuklarının eve sağ salim gelip gel(e)meyeceğinin endişesi ile yaşıyordu.
    Dönemin küçücük çocukları sağ – sol nedir bilmezken, okul bahçesinde birbirine silah çeken büyüklerini korkulu gözlerle izlerken, bir süre sonra bu tabloya alışmış ve “nasılsa biz de büyüyünce ya öleceğiz ya da öldüreceğiz” demeye başlamışlardı.
    İç savaşın körüklenmesi, “Derin Devlet”in oluşmasında ve ülkede kaos yaratarak darbenin yapılmasında ABD’nin parmağı olduğu tahmin ediliyordu.
    ABD’li diplomat Paul Henze’nin “Our Boys Have Done It” (bizim çocuklar işi başardı) notuyla dönemin başkanı Jimmy Carter’e darbeyi haber verdiği haberleri ortaya atılmıştı.
    Daha sonraları Henze “Bunu ben söylemedim, Mehmet Ali Birand uydurdu.” şeklinde bir açıklama yapmıştı.
    Ardından Birand, görüşmelerin kayıtlarını yayınlayarak 12 Eylül ile ABD arasındaki bağlantıyı kanıtlayan sözleri böylelikle ortaya çıkarmış oldu.
    Ekonominin batma noktasına geldiği bu süreçte, Süleyman Demirel’in “70 Cent’e muhtaç olduk” durumu eni özetleyen ifade biçimidir.
    İşin doğrusu, 12 Eylül 1980 Darbesi’nin habercisi 1977 yılı olmuştur.
    Çünkü o tarihten süregelen olaylar, sıkıyönetimi beraberinde getirmeye yetip artmıştır.
    1 Mayıs olaylarında ölen 33 kişi, suikastlar, etnik çatışmalar, Maraş Katliamı, sağ-sol ideolojik çatışmaları, istikrarsız ekonomi, artan borç yükü, faili meçhuller, kısa süreli koalisyon hükümetleri, askeri darbe için gerekli zemini oluşturmuştur.

     
  • Gelelim 28 Şubat’a…
    Necmettin Erbakan'ın Başbakan, Tansu Çiller'in Dışişleri Bakanı olduğu “Refah-Yol” döneminde Erbakan Libya ziyaretinde bulunmuştu.
    Muammer Kaddafi'nin “Kürdistan kurulmalı, Türkiye iradesini kaybetmiştir, işgal altındadır” gibi sözleri karşısında Erbakan'ın sessiz kalması ve Türk Başbakanın çadırda ağırlanması ağır eleştirilere yol açmıştı.

Bu Libya gezisi için Meclis'te Erbakan hakkında gensoru verilmiş ancak kabul görmemişti.
Refah Parti’li Belediye Başkanı Bekir Yıldız, Sincan'da bir “Kudüs Gecesi” düzenler.
Düzenlenen gecede Lübnan'daki Hizbullah liderlerinin posterleri asılır ve İran’ın Ankara Büyükelçisi Muhammed Rıza Bagheri bu törene katılarak bir konuşma yapar.
Düzenlenen etkinliğin ardından yargı organları harekete geçerek hem Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, hem de Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcılığı “Kudüs Gecesi” için ayrı ayrı soruşturma başlatır.
Bunun üzerine tatbikattan dönen tankların Sincan’dan geçirilmesi sonrasında 28 Şubat 1997'de olağan olarak toplanan MGK'nda askeri kanat 8 yıllık zorunlu eğitim gibi bazı kararların hayata geçirilmesini istemiştir.
Genelkurmay'ın “Batı Çalışma Grubu” nu kurması üzerine bir darbe beklentisi oluşmuştur.
Sonrasında ise Erbakan'ın Çiller'e hükümeti teslim etmesi gerekirken Cumhurbaşkanı Anayasa’da böyle bir şey olmadığını belirterek görevi Mesut Yılmaz'a vermiştir.
Sonuç olarak 28 Şubat 1997’de “sessiz” bir darbe gerçekleştirilmiş oldu ve bu, “Postmodern Darbe” kavramıyla tanışmamıza da neden olmuştur.

Yukarıda belirttiğim gibi emanetini korumakla yükümlü olduğumuz Cumhuriyet’imize zarar vermeye çalışan her kim olursa olsun, bugünkü var oluşunu yine bu Cumhuriyete borçludur.  

Genel Kurmay Başkanlığı 27 Nisan 2007’de saat 23.20’de Cumhurbaşkanlığı seçimi dolayısı ile Internet aracılığı ile bir “e-muhtıra” yayınlamıştır.
Bu muhtırada özetle, “Cumhuriyetimizin kurucusu Ulu Önder Atatürk’ün, “Ne mutlu Türküm diyene!” anlayışına karşı çıkan herkes Türkiye Cumhuriyeti’nin düşmanıdır ve öyle kalacaktır”. diyerek bizlere tekrar Cumhuriyet’imizin önemini hatırlatmıştır.

15 Temmuz kalkışması gibi Cumhuriyet’imize zarar vermeyi amaçlayan hiçbir eylem kimseye hak olmayacağı gibi asla meşrulaştırılamaz

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Önceki ve Sonraki Haberler