Prof. Dr. Anıl Çeçen

Prof. Dr. Anıl Çeçen

2050‘ mi ? YOKSA 2023‘ mü?

Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN

Türkiye’de son zamanlarda çok satan kitaplar arasında yer alan ve geleceğe yönelik tartışmalarda hareket noktası haline gelen adı; “2050 “ olan bir kitap var. Kitabın yazarı; İsrail Devleti’nin Cumhurbaşkanlığı danışmanlarından David Passig adında bir araştırmacı.  Türkiye’de şimdiye kadar batı ülkelerinden fazlasıyla kitap çevrilmiştir ama İsrail’den pek fazla kitabın dilimize kazandırıldığı söylenemez. Hem ismiyle hem de yazarının kimliği ile ülkemizde ilgi çeken bu kitap, özellikle bugün yaşanmakta olan tarihsel sürecin anlaşılabilmesi ve geleceğe yönelik olarak değerlendirilebilmesi açısından önem taşımaktadır. Korsan baskılarıyla sokak satıcılarına kadar yaygınlık kazanan bu kitabı epey bir Türk vatandaşının okuduğu görülmekte, ama bu çok okunan ve tartışmalara dayanak noktası olan yapıtın medya ve kamuoyuna yeterince yansıdığı görülmemektedir. Yazarın Türkiye’nin önde gelen televizyon kanallarından birisinde uzun bir program yapmasına rağmen, kitabın içinde ele alınan yaşamsal önemdeki konuların Türkiye ve Orta Doğu’nun yakın gelecekleri açısından değerlendirilmediği görülmektedir. Bu yazının amacı, böylesine bir boşluğun doldurulmasına ve hem bölgeyi hem de ülkemizi yakından ilgilendiren yaşamsal önemdeki konulara daha da açıklık kazandırarak, gelecekte ortaya çıkabilecek muhtemel çatışma ve çekişmelerin önlenebilmesine katkıda bulunmak ve bölgesel değişim döneminin barış içerisinde gerçekleşebilmesine yardımcı olabilmektir.
 

Kitabın asıl önemi; bir İsrail vatandaşı olan jeopolitik alanında uzman bir bilim adamı tarafından kaleme alınmasıdır. Bu çerçevede, o ülkenin ve toplumun bakış açısını yansıtmakta ve devletin en üst kademesinde bir danışman olarak da İsrail Devletinin bölgedeki ve dünyadaki gelişmeler karşısındaki bakış açısını ortaya koymaktadır. Şimdiye kadar, Amerika Birleşik Devletleri ya da ABD’deki Yahudi lobileri üzerinden İsrail devletinin politikaları ve uygulamaları anlaşılmağa çalışılmış ve bu doğrultuda daha çok ABD ya da Avrupa ülkelerinde yaşayan ya da görevli bulunan Yahudi asıllı uzman ya da bilim adamlarının yazdığı kitaplar ve makalelerden hareket ederek, İsrail olgusu anlaşılmağa çalışılmıştır. Bu doğrultuda geliştirilen yaklaşımlar zaman zaman gerçeklere uymuş bazen da ters düşmüştür. İsrail’in dış dünyaya karşı kapalı bir kutu konumunda bulunması, İsrail kaynaklı haber ya da yazıların birbirini tutmaması gibi durumlarda dünya ülkeleriyle beraber Türkiye’de Orta Doğu’daki gelişmeleri izlemekte ya da değerlendirmekte zorlanmış ve bu yüzden merkezi coğrafyada kalıcı barışa dönük girişimler sonuçsuz kalmıştır. Basın ve medya organları üzerinden yansıtılan haber ve yorumların taraflı olması nedeniyle, gerçekçi değerlendirmelere ulaşılamamış ve bu yüzden de bölgedeki terör ve savaş süreçlerinin önlerine geçilememiştir. Bu olumsuz durumdan kurtulabilmek için, bilim adamlarının ya da uzmanların hazırladığı raporlara ya da kitaplara daha çok gereksinme duyulmuştur. İşte David Passig’in “2050” adındaki kitabının bugünün koşullarında böylesine bir boşluğu doldurduğu görülmekte ve İsrail politikalarının, siyasal empati yöntemleriyle daha yakından izlenebilmesine ya da anlaşılabilmesine önemli katkılar getirmektedir. Böylesine bir kitabın yayınlanmasından sonra, Orta Doğu’nun geleceği daha açık ve net olarak görülebilecek ve bu tablo içerisinde İsrail’in durumu ya da giderek değişmeler gösteren jeopolitik konumu gerçekçi ve bilimsel yöntemler kullanılarak netleştirilebilecektir. Bu kitapta ileri sürülen görüşler ve okuyucuya aktarılan bilgiler ele alınmadan, Orta Doğu ya da İsrail’in geleceği ile ilgili kesin görüşlere varmak ya da değerlendirme yapmak çok zor olacaktır. 

İsrail Devleti 1948 yılında kurulduğu için, 2048 yılında yüzüncü yılına ulaşabilecektir. Türkiye Cumhuriyeti ise 1923 yılında kurulmuş olan bir merkezi devlet olarak 2023 yılında yüzüncü yılına erişmiş olacaktır. David Passig 2050 yılını kitabına başlık olarak alırken; vatandaşı olduğu devletin bir yüzyılı geride bırakmasına önem verdiği anlaşılmaktadır. Orta Doğu tarihi açısından bu küçük devletin konumu ele alındığında; kutsal ilan edilen bu topraklarda üçüncü kez bir Yahudi devletinin kurulmuş olduğu görülmekte ve bu yüzden Yahudiler açısından çok büyük zorluklarla mücadele edilerek üçüncü kez kurulmuş olan İsrail devletinin kalıcılığına öncelikle önem verildiği ve geleceğe ancak yüzyılı geride bırakmış bir İsrail Devleti ile bakabilecekleri anlaşılmaktadır. Tarihte Mezopotamya’dan gelen Babil Krallığı ve Avrupa’dan gelen Roma İmparatorluğu gibi iki büyük siyasal güç tarafından yıkılmış olan İsrail Devleti üçüncü kez kurulurken, kalıcı olmağa öncelik verdiği ve bu yüzden de bütün Orta Doğu bölgesinin İsrail merkezli olarak yeniden düzenlenmesine önem verdiği anlaşılmaktadır. Kurulduğundan bu yana sürekli olarak savaşan bu küçük devlet, ancak 2050 yılından sonra dünyaya kalıcı olarak bakabileceğini, kitabın yazarı ortaya koymaktadır. Yirmi birinci yüzyılın ortalarına kadar savaş sürecinin devam edebileceği ve bu arada 2020 yılın da İsrail, Suriye ve Türkiye, Rusya savaşlarının çıkabileceği, 2050 yılında ise bir Japonya savaşının gündeme gelebileceği ve Türkiye ile Japonya’nın, Asya’nın en batı ve en doğu ülkeleri olarak bir araya gelecekleri ve bu doğrultuda geliştirecekleri yeni siyasal eksen sayesinde Çin, Rusya, Hindistan ve İran gibi büyük Asya ülkelerine karşı yeni bir denge düzeni kurabilecekleri öne sürülmektedir. Böylece, İsrail ve Orta Doğu bölgesinin gelecekleri Asya kıtasındaki dengelere bağlanmakta ve bugünkü batı bloku ile İsrail arasındaki ilişki düzeninin geride kalabileceği ifade edilmektedir. 


2050 adındaki kitabın Türkiye’de yayınlanmasından sonra, bir Türk televizyonundaki programa katılan David Passig, açıkça Orta Doğu’nun geleceğinde Türkiye’nin İsrail’den daha fazla öneme sahip olduğunu söyleyerek Türk kamuoyunu bir İsrailli bilim adamı olarak yönlendirmeğe çalışmıştır. Soğuk savaş döneminde ABD desteği ile kurulan İsrail yarım yüzyılı savaşarak geçirdikten sonra yeni dönemde kendisinin merkezinde yer alacağı bir Orta Doğu düzenini gene ABD desteği ile oluşturmağa çalışırken aslında, Türkiye’nin bölge ağırlıklı politikaları ile karşı karşıya gelmiş ve batı bloku üzerinden geliştirilmiş olan Türkiye ve İsrail ittifakının, yeni dönemde eskisi gibi kolay olmayacağı, şimdiye kadar kamuoyundan gizlenmiş olan çelişkiler ve çatışmaların yavaş yavaş suyun üzerine çıktığı bir aşamada, iyice bu iki ülkenin karşı karşıya gelmemesi için İsrailli uzmanın Türk kamuoyunu yeniden kendi ülkesi açısından kazanabilme doğrultusunda, olumlu görünen yeni yaklaşımlarını sergilemeğe çalıştığı görülmüştür. David Passig, Türkiye’nin gelecekte çok büyüyeceğini ve eski Osmanlı hinterlandında etkisini artırdıktan sonra Ukrayna ve Kazakistan gibi iki büyük ülke ile yan yana gelerek Rusya, İran ve Çin üçgenine karşı yeni dengeler oluşturabileceğini ifade etmiştir. Son yıllarda birbiri ardı sıra gündeme gelen olumsuz siyasal gelişmelerin dıştan sağlanan destekler ile Türkiye’yi bölünmeye doğru zorlaması, ayrıca dini cemaatlerin dışarıdan desteklenerek Türkiye’deki laik devlet düzeninin ortadan kaldırılmak istenmesi ve en önemlisi Türkiye’nin önce Irak sonra da Suriye ve İran gibi iki büyük komşusu ile batı bloku ve İsrail’in çıkarları doğrultusunda savaşlara sürüklenmesi gibi olumsuz durumlar, Türkiye’de çok büyük olumsuz tepkilere neden olurken, Türk başbakanının açıkça İsrail’e Davos toplantısında “One minute“ tavrı geliştirmesi, Türk halkında yaşananlara tepki olarak gizlice gelişen  “yeter artık“ duygusunun açığa çıkmasını sağlamıştır. David Passig’in kitabı sanki Türk başbakanının bu tepkisinin izlerini silmek ve Orta Doğu üzerinden İsrail merkezli politikaların Türkiye’yi zor durumlara sürükleyerek, Türklerde hızla gelişen ABD ve İsrail karşıtlığı gibi olumsuz bir imajı düzeltme girişimi olarak hazırlanmış görünmektedir. Passig televizyon programında Türkleri yeniden kazanmağa çalışmış ve Türkiye’yi Orta Doğu bölgesinin gelecekteki yıldızı olarak ilan etmiştir. 


Amerika Birleşik Devletlerinin gelecekte güç kaybederek zayıflayacağını, Avrupa Birliğinin ise bir kıtasal birlik oluşturamadan dağılacağını öne süren bu İsrailli uzman, Türkiye’yi geleceğin süper gücü olarak ilan etmiş ve özellikle Orta Doğu’da Rusya ve İran gibi iki büyük devlete karşı yeni dengeleri bir süper güç olarak Türkiye’nin kurabileceğini açıklamıştır. Osmanlı imparatorluğu sonrasında kurulmuş olan bütün Orta Doğu devletlerini ciddiye almayan ve bunları geçici yapılanmalar olarak gören Passig, Türkiye Cumhuriyetini ise tamamen tersi bir doğrultuda bölgenin kalıcı büyük gücü olarak gördüğünü söylemiştir. Avrasya bölgesinin zaman içerisinde süper gücü konumuna gelecek bir Türkiye’nin hem Türk dünyası hem de İslam dünyası üzerinden gücünü merkezi bölgede de hissettireceğini ve böylece Orta Doğu’da bir barış düzeni kurulabileceğini belirtmiştir. Tarihin akışı içerisinde Türkiye’nin öne çıkacağını, Türkiye Cumhuriyetinin merkezi bir güç olarak doğu ile batı arasındaki ilişkileri yeniden dengeleyebileceğini öne sürmüştür. Kitabında öne sürdüğü düşünceleri savunan Passig, Orta Doğu’nun geleceğinde İsrail’den daha çok Türkiye’nin etkili bir rol oynayacağını dile getirmiştir. İsrail’in küçük devlet olduğu için Orta Doğu’ya egemen olmak açısından yetersiz kalacağını ama bölgenin büyük devleti olarak Türkiye’nin yeni Orta Doğu düzeninin kurulmasında ana belirleyici güç olacağını ifade etmekten çekinmemiştir. Türkiye’nin tıpkı Osmanlı gibi tarihsel eski misyonuna geri dönerek, bölge için merkez ve belirleyici güç olacağını bir İsrail devleti görevlisi olarak hem kitabında yazmış hem de Türk medyasında açıklamıştır. İsrail’in Türkiye’nin güçlü bir devlet olarak güneyindeki Orta Doğu bölgesinde etkili olmasını, savaşların önlenmesi açısından gerekli gördüğünü söylerken, bir anlamda da Türk devletini komşularıyla yeni bir savaş sürecinde karşı karşıya getirmiştir. 

2050 yılını, Yahudi devletinin kuruluşundan yüz yıl sonrası için bir stratejik hedef olarak kitabına isim yapan Passig, geçmişten gelen bilgi birikimini de tarihten gelen dersler olarak tarihsel mantık başlığı altında kitabının girişinde ortaya koymuştur. İsrail’in üçüncü kez kurulmasında etkili olan tarihsel mirasın kitabın başında açıkça ifade edilmesi bölge ile çatışma halinde olan bu Yahudi devletinin sahip olduğu siyasal birikimin anlaşılabilmesi açısından yararlı ipuçları vermektedir. Kutsal kitaplarında belirtilen vaat edilmiş toprakların asıl sahibi olarak kendilerini gören Musevilerin bu hedeflerini koruma doğrultusunda hareket ettikleri tarih ile beraber coğrafyayı da bu doğrultuda değerlendirmeğe çalıştıkları görülmektedir. Teritoryal anlaşmazlıkların çözüme kavuşturulmasında tarih kadar coğrafya bilgisinin de kullanılması, İsrail devletini kuranların ciddi bir jeopolitik birikime sahip olduklarını göstermektedir. David Passig bu konulara kitabının ilk bölümlerinde yer verirken, aynı zamanda değişen dünyanın yeni koşullarını dikkate alarak jeopolitiğin yeni ve değişken kuralları doğrultusunda İsrail’in Orta Doğu’daki konumunu anlatmağa çalışmıştır. Zaman faktörünü öne alan değerlendirmeler yaparken, değişen dünyanın öne çıkardığı yeni tabloların gerçekçi değerlendirmeler ile anlatılmağa çalışıldığı görülmektedir. Özellikle, jeopolitik biliminin değişken unsurları olan demografi ile beraber teknoloji zaman faktörü içerisinde ele alınırken, İsrail ve Orta Doğu’nun geleceği için gerçekçi değerlendirmeler yapılmıştır. Aynı zamanda ekonomi alanı da değişken bir unsur olarak ele alınırken, dünyanın gelecekteki enerji, maden ve diğer kaynakları dikkate alınmıştır. Bu çerçevede, dünyanın merkezine İsrail merkezli olarak bakamayan David Passig, Türkiye’yi geleceğin dev ülkesi olarak ilan etmiş ve İsrail’in boşluğunu Türkiye ile doldurmağa çalışmıştır. Küçük ülke olan İsrail ile dünya dengelerinin merkezde yönlendirilmesinin mümkün olamayacağı ortaya çıktığı için, bu dengelerin yeniden kurulmasında merkezi büyük ülke olarak Türkiye’nin öne çıkarılmak istendiğini, kitabın yazarı açıkça ortaya koymaktadır. 
 


David Passig, kitabının üçüncü bölümünde geleceğin süper güçlerini sayarken, ABD ve Rusya ile beraber Türkiye Cumhuriyetine de yer vermiş ama Çin gibi bir büyük dev ülkeyi bu bölümde dikkate almamıştır. ABD’yi hem geleceğin süper güçleri arasına alan ama aynı zamanda bu büyük ülkenin güney eyaletlerinin yakın zamanda koparak Meksika ile birleşeceğini öne süren yazar Amerika’nın gelecekteki konumu açısından çelişkili yorumlardan kurtulamamıştır. ABD üzerinden bir dünya hegemonyasının korunması isteği İsrail açısından da öne çıkarken, bu ülkenin aynı zamanda parçalanacağının kabul edilmesi de gelecekte ABD’siz bir dünya düzeni olabileceği ihtimalini ortaya çıkarmaktadır. Rusya’yı yeni dönemde de dünyanın süper güçleri arasına koyan yazar, bu büyük devletin ABD ile yeni bir soğuk savaşa girişeceğini, 2020 yılında İsrail Suriye ile savaşırken, Rusya’nın da Türkiye ile savaşacağını açıkça öne sürmüştür. Mısır, Suudi Arabistan, Suriye ve Ürdün gibi ülkeleri Orta Doğu’nun geleceği açısından ele alarak değerlendirmeler yapan yazar, kitabında İran’a yer vermeyerek gerçekçi olmayan bir yaklaşım izlemiştir. İsrail’in Orta Doğu egemenliği açısından Türkiye ve İran’ın karşılıklı olarak savaştırılması yıllardır hedeflenmesine rağmen, sanki böyle bir durum yokmuş gibi bir yaklaşımın kitapta sergilenmesi, bu yapıtın inandırıcılığı açısından son derece olumsuz ve eksik bir tutum olmuştur. Yirmi birinci yüzyılda yeni bir Orta Doğu düzeni oluşturulurken, İran yokmuş gibi davranmak ancak kamuoyunu yanıltmak açısından değerlendirilebilecektir. Böyle bir davranış ise, Türkiye’nin pohpohlanmasıyla İran engelinin aşılmak istendiğini ortaya çıkarmaktadır. Asya’nın en ucundaki ada ülkesi olan Japonya bile Orta Doğu’nun geleceği açısından incelenirken, İran’ın ele alınmaması ya da yok sayılması kitabın inandırıcılığını sarsmaktadır. 


2050 isimli kitabın en ilginç bölümü ise; yeni yüzyılda değişen İsrail jeopolitiğinin ele alındığı, Yahudilerin kanıtlanabilen tarihi ile beraber bu toplumun kökenleri, kimlik sorunu, fiziksel varoluş kaygıları ile beraber coğrafi sınırları ve ülkenin tomografik hatlarının incelendiği beşinci bölümdür. Bugünkü İsrail olgusu anlatılırken, eski çağlarda kurulmuş olan birinci ve ikinci İsrail devletleri ele alınmakta, bunların kuruluş süreçleri ve düzenleri incelerek, yıkılma ve dağılma durumları üzerinde durulmaktadır. Süper güçler ve bölge devletleri karşısında İsrail’in durumu jeopolitik değerlendirmeler yolu ile ortaya konulurken, dünyanın merkezi coğrafyasında ve kutsal ilan edilen topraklarda bir Yahudi devletinin var olma modelleri üzerinde durulmaktadır. Tamamen bağımsız bir ülke olarak İsrail’in var olmasını David modeli olarak açıklayan yazar, Kral Davut adına bu ismin geliştirildiğini söylemektedir. İkinci seçenek olarak bir imparatorluğun parçası ya da yenilmiş bir müttefik ya da yarı özerk bir eyalet olarak varlığını koruma modelini ikinci var olma biçimi olarak dile getirmektedir. Pers imparatorluğunun bütün Orta Doğu’yu işgal ettiği zaman, Yahudilerin bu büyük devlete bağlı olarak bir eyalet konumundaki yaşam düzenlerini ikinci modele örnek göstermekte ve buna Pers modeli adını vermektedir. Üçüncü modelde ise İsrail tamamen yok olur, özerkliğini kaybeder ve vatandaşları sürgüne gönderilir ki, bu duruma da Babil modeli adını vermektedir. Aslında Roma modeli de denebilecek bu üçüncü modeli önlemek üzere, İsrail’in önce David modeli ile bağımsız bir devlet olarak ayakta kalma yollarını deneyeceği ama bunda başarılı olamazsa o zaman da Pers imparatorluğu ya da Osmanlı dönemindeki gibi bir Filistin ya da İsrail eyaleti olarak Pers modeli adını verdiği ikinci bir alternatif yol ile varlığını sürdürmeğe çalışacağı kitapta öne sürülmektedir. İsrail merkezli bir yeni Orta Doğu federasyonunu ya da büyük devletini Yahudilerin oluşturamaması durumunda, Persler zamanında olduğu gibi bir bölgesel büyük devletin içinde küçük Yahudi devletinin de bir eyalet olarak varlığını sürdürebileceği gene aynı kitapta ifade edilmektedir. Babil, Pers, Roma, Selçuklu ya da Osmanlı gibi imparatorluk düzenleri tarihin her döneminde merkezi alanda görülebildiğinden, İsrail’in gerçekçi davranarak kendi hegemonya düzeninin kuramadığı noktada, bölgesel bir büyük devlet yapılanmasının içinde yer almayı ve böylesine bir siyasal yapılanmanın parçası olmayı kabul ettiği görülmektedir. 
 

Önceliği David modeline veren İsrail’in, merkezi coğrafyada bağımsız bir devlet yapılanması doğrultusunda varlığını koruyamadığı noktada, bir bölgesel büyük devletin içinde yer almayı ve bunun bir parçası olarak yola devam etmeyi bir alternatif olarak benimsediğini David Passig, İsrail devletinin bir danışmanı olarak ortaya koymaktadır. Büyük İskender’in Makedonya imparatorluğunu bile bölgede İsrail’in varoluşu açısından değerlendiren yazar, İsrail’in küçük bir devlet olarak süper güçlere karşı kendisini ancak bölgesel bir devlet yapılanmasının içinde yer alarak koruyabileceğini dile getirmektedir. Küresel sermayenin Siyonist lobilerin kontrolü altında bulunmasını İsrail açısından bir olumlu puan olarak değerlendiren yazar, bir anlamda günümüzde ortaya atılan Yeni Osmanlı vizyonu ile Pers, Makedonya, Roma, Babil, gibi bölgesel imparatorlukların bir benzeri olarak yeniden Osmanlı yapılanmasına gidilebileceğinin ipuçlarını kitabında sergilemektedir. İsrail’in David modeli ile bağımsız bir devlet olarak varlığını koruyamayacağı noktada, Pers modeli ile bu küçük devletin varlığını koruyabilecek bir Yeni Osmanlı yapılanmasına gidilebileceği ve böylesine bir büyük bölge devletinin eski Osmanlı hinterlandında kurulabileceği Pers modeli üzerinden dolaylı olarak dile getirilmektedir. Osmanlı sonrasında bölgeye gelen İngiliz imparatorluğu ile sonradan devreye giren Sovyet ve Amerikan imparatorluklarının da gene İsrail açısından, böylesine bölgesel bir yapılanma doğrultusunda ele alındığı görülmektedir. Gelecekte ya ABD imparatorluğu ya da bu süper güce karşı koyacak bir başka imparatorluğun ortaya çıkmasıyla beraber, Orta Doğu’da yeni bir siyasal düzen oluşumu gündeme geleceği için, İsrail’in bütün bu durumlara hazır olması gerektiği, Babil ya da Roma modelleri ile gündeme gelen Yahudilerin kutsal topraklardan üçüncü kez kovulmaması için ya David modeli ile bağımsız ayakta kalmak ya da Pers modeli doğrultusunda bir büyük bölgesel imparatorluğun içerisinde eyalet olarak yer almak İsrail’in gelecekteki politikası olarak David Passig tarafından 2050 isimli kitapta açıkça ortaya konulmaktadır. İngiliz ve Amerikan imparatorluklarının desteği ile David modelini gerçekleştiren İsrail’in gelecekte Yeni Osmanlı vizyonu ile Osmanlı imparatorluğuna benzetilmiş bir büyük Türkiye’yi; Araplara, İslam dünyasına ve Asyalı süper güçlere karşı kullanmağa hazırlandığı anlaşılmaktadır.

İsrail Devleti, üçüncü kez tarih sahnesinden silinmemek üzere David modelinin alternatifi olarak Pers modelini yavaş yavaş Türkiye üzerinden Yeni Osmanlı yapılanmasına doğru zorlarken, Türkiye’de Avrupa’dan koparılarak güneye doğru iteklenmekte ve ABD ve Avrupa’daki Yahudi lobileri tarafından İsrail’in güvenliği doğrultusunda komşularıyla savaşa doğru sürüklenmektedir. Bu durum önce Irak ile denenmiş, Türkiye Irak ile savaşmayınca şimdi Suriye ile denenmeğe çalışılmakta ama asıl olarak İran’a yönelik bir süreç Suriye üzerinden tezgâhlanarak ve Türkiye bir büyük savaşa doğru Şii-Sünni-Alevi çekişmeleri kışkırtılarak David ve Pers modelleri doğrultusunda sonuç alınmağa çalışılmaktadır. Bölgede terörün desteklenmesiyle Orta Doğu devletleri birbirleriyle savaştırılmağa çalışılırken, asıl olarak bütün bölge devletlerinin parçalanmaları hedeflenmektedir. İsrail ile beraber Ürdün ve Lübnan gibi küçük devletçikler, Mısır, Türkiye, Suriye, Irak, Arabistan ve İran’ın toprakları üzerinde oluşturulmağa çalışılmakta, böylece önce David modeli doğrultusunda bir Büyük İsrail devleti Orta Doğu federasyonu olarak gerçekleştirilmeğe çalışılmaktadır. Eğer bu proje terör ve savaş senaryoları ile gerçekleştirilemezse o zaman, Türkiye Cumhuriyeti içeriden ele geçirilerek, Türkiye’ye yerleşecek batılı Yahudi lobileri Dışa karşı bir büyük Türkiye yapılanmasını gene Türkiye üzerinden gerçekleştirmeğe çalışacaklar ve böylesine büyük bir bölgesel siyasal yapılanma modeli, eski Osmanlı ülkelerine Yeni Osmanlı yapılanması olarak empoze edilecektir. David modelinin yerini Yeni Osmanlı görünümünde Pers modeli alacaktır. 

Orta Doğu’nun alan ve nüfus olarak en küçük devleti olan İsrail’in kontrolü altındaki Siyonist lobiler ise küresel sermayenin patronları olarak, süper güç ABD üzerinden hem dünya ekonomisini hem de batı blokunu yönlendirmektedirler. Siyonizm kutsal topraklar ve Siyon tepesi üzerinden bir büyük dünya hegemonyasını hedeflemiş olduğu için, bunlar üzerinden ABD ve batı ülkeleri hem Türkiye’ye hem de Orta Doğu ülkelerine İsrail’in istekleri ve çıkarları doğrultusunda büyük baskılar uygulamakta ve bu nedenle de merkezi coğrafya bir sıcak çatışma ve savaş alanı olmaktan kurtulamamaktadır. Filistin’i haksız olarak işgal eden, milyonlarca Filistinliyi göçe zorlayan, bölgedeki bütün Arap ve Müslüman ülkeler ile yarım yüzyılı aşkın bir süredir sürekli olarak savaşan İsrail’in, yeni aşamada Suriye üzerinden İran’ı hedef tahtasına oturtan politikalarına Türkiye’yi alet etmeğe çalıştığı son zamanlardaki gelişmeler ile açıkça ortaya çıkmıştır. Bölgedeki büyük devletler ile sürekli savaş halinde olan İsrail sürekli bir güvenlik arayışı içine girdiği için Amerikan ordusu Orta Doğu’ya getirilmeğe çalışılmakta ayrıca dünya jandarması olarak NATO İngiliz üslerinden yararlanma doğrultusunda Kıbrıs’a getirilerek bölge devletlerine karşı kullanılmak istenmektedir. Avrupa devletlerinin İstanbul zirvesinde NATO’nun Orta Doğu’ya taşınmasına karşı çıkması üzerine geciken planların, gecikmeli de olsa David ya da Pers planları doğrultusunda ABD gücünden yararlanılarak devreye sokulmağa çalışıldığı anlaşılmaktadır. Bölgedeki terörün tırmandırılması ve savaşların artması karşısında David planı tehlikeye girdiği için, gelecekte muhtemel bir Pers planının Türkiye üzerinden devreye sokulmağa çalışıldığı ve bu doğrultuda ABD ve NATO destekli askeri harekâtlara Türkiye’nin de ortak olarak katılması istenmektedir. Türkiye’nin güney ve doğu komşularıyla bütünüyle savaşa girmesi, Atatürk Cumhuriyetinin geleceğini tehlikeye atacak, uzun süreli bir savaş sonrasında Suriye, Irak, Türkiye, İran ve Arabistan devletleri ortadan kalkacak ve Lübnan ya da Ürdün benzeri küçük devletçiklerden oluşan bir merkezi coğrafya oluşturulacaktır. Yeni Pers planı, İran’ın Türkiye’ye yok ettirilmesiyle ve bu savaş aşamasında Türkiye’nin de dağılmasıyla, uygulama alanına getirilerek Yeni Osmanlı görünümünde İsrail merkezli olarak gerçekleştirilecektir. 


David Passig, 2050 isimli kitabında üst düzey yöneticisi olduğu İsrail devletinin yüzüncü yılına ulaşmasını hedefleyen açıklamalarda bulunmaktadır. 2048 yılında yüzüncü yılını idrak edecek olan üçüncü Yahudi devletinin, Siyonist planlar doğrultusunda dünya egemenliğine yönelmesi yolunda Türkiye Cumhuriyeti kullanılmak istendiği için, Türk devletinin yüzüncü yılına gelemeden yıkılması gibi bir durum gündeme gelmektedir. Komşularıyla bölgesel bir büyük savaşa girecek Türkiye’nin böylesine büyük bir çatışma aşamasında Yugoslavya gibi dağılması söz konusudur. Küresel plan ve programlar bu doğrultuda Avrupa Birliği oluşumu içerisinde Türkiye’ye dayatılmış ve Türk devletinin tasfiyesi yarı yarıya başarılmış gibi görünmektedir. Avrupa Birliği gibi bir bölgesel oluşuma tam üye olmak uğruna Türkiye Cumhuriyeti ondan fazla uyum paketi sayesinde demokratik bir tasfiye sürecine maruz kalmış ve kendi ekonomisini yönetme hakkını kaybederek küresel sermayenin güdümü altına girmiştir. Avrupa Birliği 2014 tarihini Türkiye’ye tam üyelik için vermiş ve 2013 yılına kadar Türkiye’nin yapması gerektiği işleri dayatmıştır. Türkiye böylesine bir çıkmazda 2014 yılında Avrupa Birliğine tam üye olmak için çabalarken,2013 yılında Türk devletinin Yugoslavya benzeri bir tasfiye ve dağılma noktasına geleceği anlaşılmıştır. İşte bu büyük emperyal ve Siyonist oyun açığa çıkınca, Türk halkının ulusalcı kesimleri, Türk devletini gelecekte kurucusu Atatürk’ün söylediği gibi ilelebet payidar kılacak ulusal planları 2023 hedefi doğrultusunda gündeme getirmişlerdir. İlk olarak Türk toplumunun ulusalcı kesimlerinin oluşturduğu Ulusal Güçbirliği Platformu, 2005 tarihinde hazırladıkları “Güçlü Türkiye -2023 “ isimli yeniden var olma planı kamuoyuna ilan edilmiş ve daha sonraki yıllarda, Türk toplumu cumhuriyetin yüzüncü yılına kilitlenerek 2023 de bir büyük dünya gücü olacak yeni Türkiye hedefine dönük gerçek anlamda ulusal programlar birbiri ardı sıra yayınlanmağa başlanmıştır. Son genel seçimler sırasında da, 2023 hedefi,Türkiye Cumhuriyetinin yüzüncü yılına erişme doğrultusunda ana tercihi olarak ortaya konulmuştur. 

David Passig, 2050 isimli kitabında İsrail devletinin yüzüncü yılını aşan bir hedefi ortaya koyarken, Türkiye’yi komşularıyla savaşa sürükleyebilecek bir Pers modeli planını dolaylı olarak öne sürmektedir. Bu doğrultuda İsrail’in yüzüncü yılına ulaşabilmesi yolunda Türkiye Cumhuriyetinin yüzüncü yılına erişemeden dağılması gibi bir olumsuz durum kendiliğinden gündeme gelmektedir. İsrail’in yüzüncü yılı doğrultusunda 2050 onlar için bir ulusal hedef olarak ortaya konurken, Türkiye Cumhuriyetinin yüzüncü yılına ulaşabilmesi doğrultusunda da 2023 Türkler açısından kesinlikle vazgeçilemeyecek ulusal bir hedef olarak ortaya çıkmaktadır. İsrail devletinin danışmanı yazdığı kitapta böylesine bir çelişkili durum için çözüm üretememekte ve onların 2050 planları doğrultusundaki önceliklerini öne çıkararak, Türkiye Cumhuriyetinin 2023 vizyonunu ve milli programlarını görmezden gelmektedir. Türkiye Cumhuriyeti devleti ve Türk ulusu, 2050 yolunda öncelikli olarak 2023 ulusal hedefine öncelik vererek hareket etmek zorundadır. Bu yüzden, Türkiye açısından gelecek vizyonu 2023 ile ifade edilecektir. 2050 ise daha sonra düşünülecek bir durumdur. Ama kesinlikle 2050 uğruna 2023 vizyonundan ve milli program ve planlardan vazgeçilmeyecektir. 2050 mi yoksa 2023 mü sorusunun cevabı, Türkler açısından her zaman 2023 olacaktır.
 

Önceki ve Sonraki Yazılar